Kur’ân’a göre peygamberler, her devirde Allah Teala tarafından gönderilmiş özel görevli kişilerdir. 25 peygamberin adı açıkça zikredilirken, bunların dışında adları geçen üç kişinin peygamber olup olmadığıyla ilgili olarak, İslam İlahiyatında farklı yaklaşımlar vardır. Peygamberler, nübüvvet kurumunun farklı zaman ve mekanlarındaki tecellileridir.
Kur’ân, Hz. Yusuf (a.s.) hariç diğer peygamberlerin hayatlarını tek seferde ve baştan sona anlatmaz. Farklı sûrelerde ve konunun kontekstine uygun bir şekilde onların hayatlarından sadece ilgili kesitleri ele alır. İki peygamberin ise özellikle doğum öncesi ve sonrası durumlarını detaylı bir şekilde verir ki, bunlardan birisi Hz. Musa (a.s.) diğeri de Hz. İsa (a.s.)’dır.
Kur’ân’da Hz. Musa’nın (a.s.) doğumu, Firavun’un İsrailoğullarının erkek çocuklarını doğar doğmaz öldürtmesi bağlamında zikredilir. Mısır’da zorbalık taslayan Firavun, İsrailoğullarının erkek evlatlarını doğar doğmaz imha etmek, kız evlatlarını ise istismar için hayatta bırakmak suretiyle zayıflatmak istiyordu. Allah Teala Hz. Musa’nın (a.s.) annesine doğum esnasında ne yapması gerektiğini ilham etti. Buna göre bir süre Hz. Musa’yı emzirmesini, herhangi bir şeyden endişe duyarsa sandukça içerisinde Nil Nehrine bırakmasını ve onun hakkında hiçbir endişe taşımamasını bildirdi. Derken Firavun onu nehirde bulup sarayına aldı. Bu durumdan çok korkan ve endişe duyan Hz. Musa’nın annesinin yüreği ağzına gelecek gibi oldu. Derken saraydaki günleri başladı ve annesi de süt anne olarak tutuldu. (Kasas 4-14)
Hz. Musa’nın (a.s.) doğumundan daha detaylı olarak ise Kur’ân Hz. İsa’nın (a.s.) doğumunu ele alır. Kur’ân, Hz. Muhammed’in (s.a.s.) detaylı olarak hayatını, doğum esnasında yaşananları, annesinin hamilelikte karşılaştıkları bazı olağanüstü olayları ve dünyaya geldikten sonraki ilk dönemlerine ve çocukluk zamanlarına dair ayrıntıları vermezken, Hz. Musa (a.s.) ve Hz. İsa (a.s.)’ın doğum öncesi durumlarını, dünyaya geliş anlarını, annelerinin o esnada hissettikleri vb. durumları oldukça detaylı bir şekilde haber vermesi doğrusu oldukça ilginçtir.
Kur’ân’a göre peygamberler görev bakımından eşittirler ve aralarında herhangi bir ayırıma gitmek, kişiyi dinden çıkartır. İmanın altı esasından biri de bütün peygamberlere ayırt etmeksizin inanmaktır. Bu yazıda, Kur’ân’da genişçe üzerinde durulan Hz. İsa’nın (a.s.) doğum hadisesi kısaca ele alınacaktır.
Hz. İsa’nın (a.s.) doğumunun farklı merhaleleri değişik âyetlerde farklı açılardan ele alınır. Hatta Kur’ân’da Hz. Peygamber’in (s.a.s.) ne anne ve ne de eşlerinden herhangi birinin adıyla bir sûre bulunmaz ve adları da açıktan zikredilmezken, Hz. İsa’nın (a.s.) annesi Hz. Meryem ile ilgili müstakil bir Sûre’nin varlığı da ayrıca üzerinde düşünülmeğe değer bir konudur. Hatta İslam Kelamındaki iki ana ekolden biri olan Eşariliğe göre Hz. Meryem de bir peygamberdir.
Gerek Hz. Meryem gerekse Hz. İsa’yı dünyaya getirmesi konusu Kur’ân’da detaylı olarak ele alındığı gibi Hz. Peygamber de zaman zaman Hz. Meryem’in seçkinliğine ve Allah katındaki derecesine dikkatlerimizi çekmiştir. Mesela bunlardan birinde Hz. Meryem’i, Âsiye, Fâtıma ve Hatice ile birlikte cennet kadınlarının önde gelenlerinden olduğunu haber vermiştir.
Hz. İsa’nın (a.s.) doğumu, sadece Meryem Sûresi’nde değil, farklı sûrelerde de ele alınır. Mesela Tahrim Sûresi’nde Hz. Meryem’e atılan çirkin iftiraya bir cevap olarak onun iffet ve namusunu koruduğu, Cenab-ı Hakk’ın ona Ruhundan üflediği şeklinde hamile kalış durumu mecazi bir ifadeyle bildirilir. (Tahrim 12).
Âl-i İmran Sûresi’nde, meleklerin Hz. Meryem’e Allah tarafından bir kelime vereceği müjdelenir. Hatta adını da İsa olarak Cenab-ı Hakk koyar, lakabı ise Meryem oğlu Mesih’tir. Onun dünya ve ahirette itibarlı ve Allah’a en yakın kullardan olacağı müjdesi verilir. Hem beşikte hem de yetişkinliğinde insanlara hitap edip onlarla konuşacağı ve sâlih insanlardan olacağı bildirilir. Bu olağanüstü durum karşısında şaşkına dönen Hz. Meryem: “Ya Rabbi, bana hiçbir erkek eli değmediği halde nasıl olur da çocuğum olabilir?” diye sorunca, Allah Teala şöyle buyurur: “Öyle de olsa, Allah dilediğini yaratır. Zira O, bir şeyin var olmasına hüküm verince sadece “ol” der, o da derhal oluverir.” (Âl-i İmran 45-47).
Hz. Meryem’in doğum öncesi karşılaştıkları, melekle konuşması, doğum için bir su kenarına çekilmesi ve kucağındaki bebekle İsrailoğulları’nın karşısındaki zor durumunu ve sonrasındaki olayları ise detaylı olarak Meryem Sûresi’ndeki 16-36. âyetler tasvir eder.
Gerek Hz. İsa (a.s.) mahiyetiyle ilgili sonradan ortaya çıkan yanlış anlaşılmaların tashihi, gerekse Hristiyanlıkla İslam arasında âhir zamana yakın meydana gelecek yakınlaşmadan olacak ki, Kur’ân’da Cenab-ı Hakk elçisi olan Hz. Muhammed’e (s.a.s.), Hz. Meryem ve başından geçenleri kendi toplumuna anlatması emrini verir. Böyle bir emir, normal bir tasvirden de oldukça öte bir anlam taşır. Meryem Sûresi’nin 16. âyeti: “An, yâd et, insanlara hatırlat” gibi anlamlara gelen “vezkur” emir kipiyle başlar. Anılacak kişi Hz. Meryem, dünyaya getireceği çocuk ise Hz. İsa’dır.
Hz. Meryem ailesinden ayrılıp bulunduğu beldenin -ki büyük ihtimalle Beyt-i Makdis’tir- doğu tarafında bir yere çekiliverir. Diğer insanlarla arasına bir perde gerer. Orada bir süre geçirdikten sonra, Ruh diye tesmiye edilen melek gelir ve ona kusursuz, mükemmel bir insan şeklinde görünüverir. Tanımadığı bu kişiyi görünce doğal olarak Hz. Meryem korkar ve irkilir. Allah’a sığınır ve yanından uzaklaşmasını ister. Ruh: “Rabbinden sana gelen bir elçiyim. Sana tertemiz bir erkek çocuğa vesile olmaya geldim.” der. Hz. Meryem’in şaşkınlığı daha da artar. Kendisine eli dokunmuş bir tek erkek bile olmadığını ve kendisinin de iffetli bir hanım olduğunu belirterek, böyle bir şeyin nasıl olabileceğini sesli düşünür.
Melek bunun Cenab-ı Hakk için son derece kolay olduğunu ve böyle bir doğumun, Yüce Yaratıcı’nın insanlara kudretinin bir alameti olacağını hatırlatır. Bu konuşma üzerine Hz. Meryem hamile kalır. Kur’ân hamile kalma ile doğum ânı arasındaki süreç üzerinde pek durmaz. Derken doğum sancısı başlar ve bir hurma ağacına dayanma ihtiyacı hisseder. Bir kadın için, hele de Hz. Meryem gibi bir iffet abidesi için oldukça zor bir durumdur. Böylesine kendisini zora sokacak bir işin başına gelmesinin ağırlığından ölüp unutulmayı bile düşündüğü zikredilir.
Hz. Meryem bu ruh haleti içinde iken tekrar melek gelir ve üzülmemesini tembihler. Cenab-ı Hakk’ın kendisine, bulunduğu yerin hemen alt tarafında bir su arkı meydana getirdiğini, yanındaki hurma ağacını sallayıp taze hurmaların dökülmesini ve onlardan yemesini belirtir. Aynı zamanda şayet kendisini herhangi bir kimse görürse, konuşmamasını ve sadece: “Ben Rahman’a oruç adamıştım, onun için bugün hiç kimseyle konuşmayacağım” demesini de hatırlatır.
Derken doğum sancıları baş gösterir. Mucizevi bir doğum olur ve kucağında babası olmayan bir çocukla, toplumun yanına çıkıp geliverir. Görenler büyük bir şaşkınlık içindedirler. Hz. Meryem’in ne kadar masum ve iffetli olduğunu, ailesinin nasıl seçkin ve bu türlü günahlardan uzak olduklarını hatırlatırlar. Hatta ona: “Ey Harun’un kardeşi! Baban kötü bir insan değildi. Annen de iffetsiz bir kadın değildi!” derler. Sözün bittiği yerdir. Söylese de bir anlamı yoktur. Tek çare, kucağındaki çocuktur ve o da, çocuğa sorun dercesine, Hz. İsa’yı işaret eder.
Hz. Meryem’in bu işareti karşısında, şaşkınlıkları daha da artmıştır. Nasıl artmasın ki, yeni doğmuş bir bebek nasıl konuşabilir ki? Onlar böylesine büyük ve derin bir şaşkınlık içinde iken, henüz yeni dünyaya gelmiş bir bebek olan Hz. İsa: “Ben Allah’ın kuluyum, O bana kitap verdi, beni peygamber olarak görevlendirdi. “Nerede olursam olayım beni kutlu, mübarek kıldı. Yaşadığım müddetçe bana namazı ve zekâtı farz kıldı.” “Anneme saygılı, hayırlı evlat kılıp, asla zorba, bedbaht ve hayırsız biri yapmadı”. “Doğduğum gün de, öleceğim gün de, kabirden kalkıp dirileceğim gün de selâm üzerime olsun!” sözlerini söyler.
Sebepler ortadan kalkmıştır. Karşılarında konuşan hem de anlamlı konuşan, annesinin iffetini açıktan beyan eden, kendisinin bir peygamber olduğunu açıklayan bir bebek vardır. Dillerini yutarlar ve gördükleri bu açık gerçeği kabul etmek zorunda kalırlar.
Görüldüğü üzere Kur’ân, Hz. Meryem’in Hz. İsa’yı (a.s.) dünyaya getirmesini bir yandan kudret delili olarak sunarken, diğer taraftan da Hz. İsa’nın bir anneden dünyaya gelen beşer olduğunu vurgular. Aynı zamanda böylesine detaylı bir anlatımda, Müslümanlar için Hz. İsa’nın (a.s.) doğumunun, ne kadar önemli bir hadise olduğunu da göstermiş olur.
Evet Hz. İsa (a.s.), yoldan çıkmış, her türlü kötülüğü işler olmuş, Tevrat’ı dinlemez ve tahrif eder hale gelmiş İsrailoğullarını doğru yola davet ederken, aynı zamanda gelecek olan Son Peygamber Hz. Muhammed’in (s.a.s.) adını da, İncil’de Ahmed olarak müjdelemiştir.
Hz. İsa’nın (a.s.), dolayısıyla Hristiyanlığın İslam ile başka bir açıdan daha yakın ilişkisi vardır ki, o da ahir zamanda Hz. İsa’nın (a.s.) yeniden nüzul edip, Hz. Muhammed’in (s.a.s.) nübüvvetini yeniden tasdik ve takrir etmesidir. Böylelikle ikinci gelişiyle Hz. İsa (a.s.), başlangıçta adıyla müjdelediği Son Nebi’yi, O’nun ümmetinden bir fert olarak yeniden hatırlatmış olacaktır. Bu konuyu da bir sonraki yazımıza bırakarak, şimdilik nokta koyuyoruz.